tek istediğim birazcık şanstı! ve tek yaptığım, beceriksizliğimi şanssızlığa vurmaktı!
yokuş aşağı bir sokaktı ve insana inerken uçurumdan aşağı düşüyormuş hissi verecek kadar da eğimliydi... ve belki de sokak aslında yokuş yukarıydı ve asla emin olamazdınız. sokağı inerken bunların hiçbirini düşünmedim, o sırada şanssızlığıma sövmekle meşguldüm. bir insan şanssız olduğunu düşünüyorsa ya gerçekten de şanssızdır, ya şanssızlık olarak gördüğü durumun aslında gayet normal olduğunu görmezden gelecek kadar yüzsüzdür, ya da kendisini şanssız olduğuna inandıracak kadar beceriksiz. ben sonuncusuydum ve işin kötü yanı, bunun tamamıyla farkındaydım. sadece kendimle yüzleşmekten korkuyordum ve bunu biraz daha ertelemeye karar vermiştim. neye yarayacaksa.
sokağın sonundaki (ya da başındaki, bakış açısı meselesi) bakkaldan bir şişe su aldım ve şişenin soğukluğu içimin ürpertti ve bu da kendime duyduğum güvenin son kırıntılarının da bilmediğim bir yere seyahate çıkmasına neden oldu. bakkaldan çıkıp birkaç adım ilerledim, durdum, bir an için neden orada olduğumu düşündüm ve mantıklı bir cevap bulamayınca da omuz silkip şişeyi açtım. şişenin içindekinin su değil de buz olduğununun farkına vardığımda ise az önce seyahate çıkmayı reddeden birkaç güven kırıntım da ardına bakmadan kaçıp gitti ve şişenin içinde aradığım su damlalarının gözlerimden aşağı doğru akmaya başladığını fark ettim. şaşkındım, çünkü ağlamayı aklımdan bile geçirmemiştim ve aslında o kadar da hüzünlenmemiştim. en azından hüzünlenmediğimi sanıyordum. peki bu ıslaklık da neyin nesiydi?
garuda aşkına! tarihin ikarus'tan bu yana gökyüzüne en yakışmayan kanatlı canlısı tarafından hedef alınmıştım ve bunun sonucunda da her tarafım ürik asitle ıslatılmıştı. hayvan canından bezmişti ve kafasındaki tüyler kendisine saatlerce sürmüş çılgın bir partiden çıktığı izlenimini veriyordu, gözleri ise kapanmak için can atıyordu. kısacası, görünüşe göre son günlerini yaşıyordu ve belki de üzerime sıçmadan bu dünyadan gitmek istememişti. ama yoo, bunun beceriksizlikle uzaktan yakından ilgisi yoktu, bu düpedüz şanssızlıktı. belki de aksi türlü yorumlayıp bir piyango bileti almayı düşünmeliydim.
güneşin ışıkları üzerimdeki lekeleri kurutmadan önce bakkala geri dönüp aldığım peçeteyle üstümü başımı silmeye çalışırken, hemen oracıkta eriyip buharlaşmayı diledim.
No comments:
Post a Comment